Alp Bayülken
“Yeniden dünyaya gelsem yine aynı işi yapardım”
EY eski genel müdürlerinden Alp Bayülken, denetim ve danışmanlık sektörünün ülkemizdeki kuruluş ve gelişiminin en yakın tanıklarından biri. EY Türkiye’nin kurucularından olan Bayülken emekli olduğu 1999 yılına kadar genel müdürlük görevinde bulundu. Alumni Söyleşileri bölümünün ilk konuğu olmasını istediğimiz Bayülken, sorularımıza verdiği cevaplarda keyifli anlatımıyla bizleri o yıllara götürürken, kariyerinin ilk yıllarındaki gençlere de çok değerli tavsiyelerde bulundu.
İzmir’de dünyaya gelen Bayülken Robert Kolej’in ardından eğitimini Teksas Üniversite’sindeki İşletme masterıyla tamamladı. Bayülken’in profesyonel kariyerinin ilk yılları esasında danışmanlık ve denetim sektörünün Türkiye’deki gelişiminin start aldığı yıllara denk geliyor.
Bayülken’in Burhan Karaçam ve Cevdet Suner ile birlikte 70’lerin başında Londra’da başlattıkları çalışmalar, 1975’ten itibaren İstanbul’da devam etti. Arthur Andersen’ın 1963-1975 yılları arasında Türkiye'deki faaliyetlerini Londra ofisi aracılığıyla sürdürmesinin ardından İstanbul’daki ilk yerleşik ofis 1975'te açıldı. Bayülken 1980’den itibaren Arthur Young için çalışmaya başladı ve Türkiye’deki Arthur Young ofisinin açılışı 1983’te gerçekleşti. EY ise globalde 1989’da Ernst & Whinney ve Arthur Young & Co.’ın birleşmesiyle kuruldu. EY Türkiye Genel Müdürlüğü’nden Eylül 1999’da emekli olan Bayülken görevi Osman Dinçbaş’a devretti.
Bayülken kariyerinin son dönemlerinde ise Koç Üniversitesi'nde öğretim üyeliği ve Doğan Gazetecilik AŞ’de yönetim kurulu bağımsız üyesi olarak görev yaptı.
Vergide Gündem: Hepimizin bildiği gibi, Türkiye’de denetim ve danışmanlık sektörünün gelişimi üzerinde çok büyük bir payınız var. Batı’da son derece oturmuş bir sistemi Türkiye’de en baştan kurup, adapte ederken karşılaştığınız zorluklar ve işinizi kolaylaştıran durumlar nelerdi? O yılları nasıl özetlersiniz?
Alp Bayülken: Evvela bana bu fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Bana yöneltilen soruları aynen soruldukları sırayla cevaplamaya çalışacağım. Bu işe soyunduğumuz zaman bir teleksi bile kurdurmak meseleydi. Tam halletmeye çalışırken şirket kodunu yani Arthur Young International ve kısaltılmışı AYI Turkey için, “Efendim bu olmaz Türkiye’ye hakaret mevzubahis” dediler. Ben de “Kardeşim nerede hakaret?” dediğimde, AYI Türkiye diyorsunuz demişti. Zor oldu ama sonunda ikna etmeyi başardık.
Bu tip idari sorunlara ilaveten, müşterilerin auditi bir mecburiyet olarak görmeleri ve ücretimizi öldüresiye pazarlıktan sonra kabullenmeleri en başta gelen zorluklardandı.
Ayrıca rakip firmaların çok fiyat kırmaları da işin içine girince çok çalışıp zarar etme durumunda kalıyorduk.
Allahtan Robert Kolej, Rotary, diğer sosyal kulüplerde pek çok arkadaşım olduğu için piyasaya girmekte bir zorluğumuz olmadı. Bugünlere bakınca hem iftihar edip hem de bizim günahımız neydi diye düşünüyorum. Averaj saat ücretimiz 15.32 dolar idi ve elemanlara öğle yemeği bile veremiyorduk ilk zamanlarda.
Vergide Gündem: 2000’li yıllarla beraber içerde ve dışarda büyük ölçekli finansal sarsıntılar yaşandı. Türkiye’de 2001 krizi, ABD’de 11 Eylül saldırıları ve Enron’un çöküşü. Ancak EY’ın bir önceki CEO’su Jim Turley göreve gelişinin hemen ardından yaşanan bu gelişmelerle ilgili olarak “EY bu süreçten sadece sarsılmadan, ayakta kalmayı başararak çıkmadı. Bu dönemi aynı zamanda daha da güçlenerek tamamladı” şeklinde söz etmişti. Siz o dönemde aslında emekli olmuştunuz, ancak yine de EY kurumsal kültürünü en iyi bilen insanlardan biri olarak EY’ın “krizden güçlenerek çıkmayı” nasıl başardığı hakkında neler söylersiniz?
Alp Bayülken: Finansal sarsıntılar sırasında EY’ın sarsılmadan daha kuvvetli bir şekilde güçlenerek krizden çıkma sebeplerinden biri, bence EY in yerel ofislere bol yetki verip piyasayı bilen kimselerin yönetimine karışmaması. Dolayısıyla gerek idari gerekse mali konularda çok çabuk karar verebiliyorduk. Ben hatırlıyorum Arthur Andersen’de çaycı Cemal’e öğle yemeği vermek için sayfalar dolusu yazı yazmama rağmen gelen cevap, “Biz burada Chicago ofisinde öğle yemeğini karşılamadığımız için, İstanbul ofisinde sizin de vermemeniz gerekir” diye cevap gelmişti.
Bunun ne kadar önemli olduğunu bir başka misalle anlatayım. Diyelim ki Arthur Andersen’deyiz ve personel ücretlerini ödemek için krediye ihtiyaç var. Bunun iznini almak o günkü komünikasyon şartlarına göre bir hafta sürerdi. Kredi anlaşmasına biz Chicago’da bakalım derlerdi, git gel sonra biz buradan kredi alalıma dönüşürdü, falan filan derken bir ay ücret ödeyemezdin. Böyle bir durum EY’da başıma geldi ve acilen kredi lazımdı. Türk Arap Bankası’nın genel müdürü Farah Shalluf’u tanıyordum. Hemen randevu verdi. Erhan abinin ofisten çıkarken yaptığı uyarılar sayesinde kredi işini halledebildik. Öğleden sonra para hesabımıza yattı. Burhan ve Erhan abi gibi Türkiye’yi iyi tanıyan arkadaşların yardımıyla her işten yüzümüzün akıyla çıktık.
Vergide Gündem: Yaşanan sarsıntıların ardından düzenleyici kurumların harekete geçmeleriyle mevcut kurallar tüm dünyada yeniden ele alındı. Biz 2001 bankacılık krizinden “idmanlı” oluşumuz, bir takım önlemleri daha erken almamız sayesinde 2008 küresel krizinden pek çok gelişmiş ekonomi kadar şiddetli etkilenmedik. Yine de, gelinen şu aşamada sizce Türkiye’de sektörün güçlü ve zayıf yanları nelerdir?
Alp Bayülken: Sektörün kuvvetli ve zayıf yanlarına gelmeden, Türkiye’de bu işin profesyonelce yapılmasının ne kadar zor olduğundan bahsetmek istiyorum. Meslek kanunu çıktığı ilk günden itibaren tartışmaları da beraberinde getirdi. Türkiye’de ahbap çavuş ilişkisini yok etmeden pek düzgün bir şey yapılamıyor. Kanun çıkmadan güney sahillerinde SPK bir konferans hazırlamıştı ve yabancı kökenli audit firmalarının genel müdürleri ayrı ayrı auditi anlatacaktı. Bilhassa ben kanunun şirketleşmeyi teşvik etmediğini ve bireysel olarak auditin yapılamayacak kadar şirketlerin büyüdüğünü, bir kişi Ereğli Demir Çelik’e tek başına giderse iki sene sonra döneceğini ve o rapora göre kararların alınmasının komik olacağını anlattım ama kendilerine ulaşamadım. Neyse, Maliye Bakanlığı’ndan bir arkadaş soru sormaya kürsüye geldi. Önce bir yarım saat yorum yaptı ve dedi ki: Biz auditi böyle petrol falan gibi Türkiye’yi kurtaracak bir şey zannediyorduk ama arkadaşların söylemlerinden sonra bunun bizim yıllardır yaptığımız vergi denetimi olduğunu anladık. Ama arkadaşlar almışlar auditi renkli
kağıtlara sarıp çok güzel pazarlamışlar ama alıp ısırdığında gofret gibi içi boş çıkıyor dediler. İşte bu kafa Türkiye’de her şeye hakim. O yüzden bunu zayıf taraflara katabiliriz.
Yabancı sermayenin son yıllarda gelmesi audite bir miktar saygınlık kazandırdı, ancak sektörde daha düzgün disiplin uygulanması lazım. Bir takım etik kurallara uyulması lazım. Bunlar özellikle fiyat kırarak birbirlerinin müşterilerini, hatta elemanlarını almamaları lazım.
Vergide Gündem: EY çalışanlarına, özellikle kariyerlerinin ilk yıllarında olan gençlere neler söylemek istersiniz?
Alp Bayülken: Gençlere söylemek istediklerimi kısa ve öz bir kaç maddeyle sıraladıktan sonra bir iki misalle de açmak isterim.
Bizlerin geçtiği meşakkatli yollardan geçebilselerdi o zaman şimdiki durumlarına şükredip rahat bir şekilde çalışmalarını sürdürürlerdi.
Mesela yeşil apartmandaki çalışma şartları ile şimdiki ofisi mukayese ederseniz doğu illerinde bir otelle İstanbul’daki Hilton’u mukayese eder gibi bir sonuç çıkardı. Yeşil apartmanda akşam 7’den sonra genel müdürün telefonlara cevap verdiği bir ortamda iki senelik bir çalışanı envanter sayımına yollamak istediğiniz zaman, bu saatten sonra envanter mi sayacağız reaksiyonu hiç de hoş değildi.
Bu sektöre girdikten sonra en az 5-6 sene sebat edip iyi bir yere geçmek ya da şirkette kalıp partnerlik için hazırlanmak en iyi alternatif diye düşünüyorum. Gizlilik prensibine çok sıkı bir şekilde uymaları lazım. Mesela rakip denetim firmalarından birinde çalışan bir arkadaşıyla beraber ev tutmuş. İki sınıf arkadaşı birbirlerine bizim audit bölümü 100 kişi, tax de bir o kadar dediğini varsayalım. İşi çok iyi bilen biri bu bilgiden karşı tarafın kabaca finansal bilgilerini, kaç kişi çalıştığını, kaç müşterileri olduğunu, audit ve vergide average billing rate`in ne kadar olduğunu çıkarabilir.
Bu gizlilik prensibini her sene anlatmama rağmen bir gün İzmir’de Çimentaş’ın sahiplerinden Öner Akgerman arayıp hal hatır sorduktan sonra ofiste bile iki üç kişinin bildiği bilgileri gülerek bana anlatmaya başladı. İşte şu kimseleri manager yapacak mısınız işte şunlar Amerika’ya gidecekmiş falan. Sonra ortaya çıktı ki bizim Çimentaş’ı denetleyen ekip akşam Deniz restorana gidip balık yemişler ve bütün gece şirketteki olayları, terfileri filan konuşmuşlar, yan masada da Öner hepsini dinlemiş. Demek ki neymiş yerin kulağı varmış.
Bir de gençlerin üstleri ne derse sorgulamadan yapmaları lazım. Kulakları çınlasın bizim Celal Bey laf dinlemeyenlere siz Alp Beyin dediğini aynen yapın vardır onun bir bildiği derdi.
Ekip akşam uçağı ile Adana’ya gidecek. Ofiste haydi çocuklar saat 4, siz yola koyulun trafik olur yetişemez, uçağı kaçırırsınız. Sonra ben Atilla Alptekin’e mahcup olurum, bir günümüz de yanar dediğim halde pekiyi deyip kendi bildiklerini okumuşlar.
Akşam Güney Sanayi’nin genel müdürü Alptekin beni arayıp, Alpcim senin çocuklar uçaktan çıkmadı dediğinde ne hale geldiğimi düşünün. Ekipten birisini telefonla yakalayıp doğru meydana gidiyorsunuz, gece Çınar otelde kalıyorsunuz, iki tane çalar saat kuruyorsunuz ve otele de uyandırılmanızı tembih ediyorsunuz. Sabah uçağı ile Adana’ya uçuyorsunuz anlaşıldı mı dediğimde, tamam Alp Bey diyerek aralarında yahu o kadar otel parasına lüzum yok sabah 6 da kalkar yollar bos olduğundan yarım saatte meydana gideriz diyerek benim uyarıma riayet etmiyorlar, hani Celal Bey'in Alp Beyi'n vardır bir bildiği lafını da takmayarak. Ertesi sabah Atilla beni arayıp Alp senin çocuklar gene çıkmadı dediğinde Candid Camera’da (ABD’de uzun yıllar yayınlanan bir kamera şakası programı) olduğumu zannettim. Tabii hazretler Can’ın evinde kalmışlar ama Can’ın çalar saatinin pili bitmiş sabaha karşı dolayısıyla uyandırılmamışlar. Düşünebiliyor musunuz ne prestij kaldı ne sinir. Demek ki kayıtsız şartsız itaat lazım audit firmalarında.
Vergide Gündem: Şimdilerde neler yapıyorsunuz, bir gününüz nasıl geçiyor?
Alp Bayülken: Bu aralarda zamanımın 9 ayını Dallas’ta, kalan 3 ayını da İstanbul ve Çeşme’de geçiriyorum. Tembellik ve istediğini istediğin zaman yapmak çok güzel bir şeymiş. Dallas’ta hem Arthur Andersen zamanından Amerikalı hem de pek çok Türk arkadaşım var.
Hafta sonları her hafta birimizde briç oynuyoruz, haftada iki kere sinemaya gidiyoruz, üç kere spora gidiyoruz ve kalan zamanda da borsayla vakit geçiriyorum.
University of Texas Dallas’ın dekanı eski Boğaziçili Hasan Pilkur. Onun vasıtasıyla bir sürü Türk hoca ve arkadaş edindim ve zamanın nasıl geçtiğine inanamıyorum. Dallas’ta bir, Türkiye’de iki torunum var ve onlarla devamlı facetime görüşüyoruz.
Vergide Gündem: En çok neyi özlediniz, tekrar dünyaya gelseniz aynı işi yapar mıydınız?
Alp Bayülken: Özlediğim fazla bir şey yok, çünkü her iki ülkede de vakit geçiriyorum. Yeniden dünyaya gelsem yine aynı işi yapardım, ancak 5-6 sene sonra iyice auditi öğrendikten sonra M&A (birleşme&satın alma) bölümünü kurup şirket değerlendirmeleri (yerli ve uluslararası) ile uğraşırdım. Çünkü hem zevkli hem de ücret konusunda tatminkar bir iş dalı. Şimdi bile gelip şu batmakta olan şirketin resmini çek, problemlerini tespit et, ne kadar para inject etmek lazım, kimleri işe alalım, bunları bir ayda tespit et gel deseler Ogeday ile Cenk Soyak’ı alır araziye çıkarım.