Skip to Content

Kur farklarında KDV konusunun, vergilendirmenin temel ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmesi

Hatice Tuncer

Giriş

 

Kur farklarının KDV'ye tabi olup olmadığı hususu, oldukça uzun zamandır tartışılan ve Gelir İdaresi ile Yargının yıllardır üzerinde uzlaşamadığı temel konulardan birisidir. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun (VDDK) 13.12.2017 tarihli kararı ve geçtiğimiz sene içerisinde yaşanan kur dalgalanmaları dolayısıyla tekrar alevlenen tartışma, 18.01.2019 tarihinde yayımlanan 7161 sayılı Kanun ile büyük ölçüde nihayete ermiş gibi görünmektedir.

 

Bahsi geçen Kanun ile KDV Kanunu’nun “Matraha dahil olan unsurlar” başlıklı 24’üncü maddesine “kur farkları” da eklenmek suretiyle, bu zamana kadar tebliğ bazında yapılan ve tartışmanın çıkış noktasını oluşturan düzenleme yasal zemine oturtulmuştur.

 

Çalışmamızda, sözü edilen konu, özellikle Danıştay VDDK Kararı ile 7161 sayılı Kanun’un yayımlandığı tarih arasındaki bir yılı aşkın süre, vergilendirmenin temel ilkeleri çerçevesinde irdelenecektir.

 

1. Kur farklarında KDV konusunun gelişimi

 

Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 1’nci maddesinde; Türkiye’de yapılan ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin, her türlü mal ve hizmet ithalatının ve bentler halinde açıklanan diğer faaliyetlerden doğan teslim ve hizmetlerin KDV’nin konusunu oluşturduğu; 20’nci maddesinin 1’inci fıkrasında teslim ve hizmet işlemlerinde matrahın, bu işlemlerin karşılığını teşkil eden bedel olduğu, 2’nci fıkrasında bedelin, malı teslim alan veya kendisine hizmet yapılan veyahut bunlar adına hareket edenlerden bu işlemler karşılığında her ne suretle olursa olsun alınan veya bunlarca borçlanılan para, mal ve diğer suretlerde sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaat, hizmet ve değerler toplamını ifade ettiği belirtilmiştir.

 

Mezkur Kanun’un 24’üncü maddesinde, matraha dahil unsurlar bentler halinde sayılmış olup (c) bendinde, vade farkı, fiyat farkı, kur farkı, faiz, pirim gibi çeşitli gelirler ile servis ve benzer adlar altında sağlanan her türlü menfaat, hizmet ve değerlerin matraha dahil olduğu hüküm altına alınmıştır. Maddede geçen “kur farkı” ibaresi 18.01.2019 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 7161 sayılı Kanun ile getirilmiştir. Bu tarih öncesinde, Katma Değer Vergisi Kanunu’nda kur farklarının KDV’ye tabi olduğu yönünde açık bir hüküm bulunmamaktaydı. Ancak İdare, 24’üncü maddede yer alan “gibi” kelimesinden yola çıkarak kur farklarının vade farkı mahiyetinde olduğunu, bu nedenle KDV matrahına dahil edilmesi gerektiği görüşünü savunmaktaydı.

 

Bu kapsamda ilk olarak 2007 yılında yayımlanan 105 seri numaralı Katma Değer Vergisi Genel Tebliği’nde, “Kur Farklarının KDV Karşısındaki Durumu ve Kur Farklarına İlişkin Faturanın Düzenlemesi” başlıkları altında açıklamalar yapılarak kur farkları konusuna düzenleme getirilmiştir. 2014 yılında yayımlanan Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin, ”Matrah, Nispet ve İndirim” başlıklı 3’üncü bölümünün, “Matraha Dâhil Olan Unsurlar” başlığı altında düzenlenen ”Kur Farkları” alt başlıklı bölümünde ise ödemeden kaynaklı kur farklarının KDV’ye tabi olduğu hususu tekrar edilmiştir.

 

Bu kapsamda, bedelin döviz cinsinden veya dövize endekslenerek ifade edildiği işlemlerde, bedelin kısmen veya tamamen vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihten sonra ödenmesi halinde, satıcı lehine ortaya çıkan kur farkı esas olarak vade farkı mahiyetinde olduğu için matrahın bir unsuru olarak vergilendirilmesi gerektiği ifade edilmekteydi. Buna göre, teslim veya hizmetin yapıldığı tarih ile bedelin tahsil edildiği tarih arasında satıcı lehine ortaya çıkan kur farkı için satıcı tarafından fatura düzenlenmek ve faturada gösterilen kur farkına, teslim veya hizmetin yapıldığı tarihte bu işlemler için geçerli olan oran uygulanmak suretiyle KDV hesaplanmaktadır. Bedelin tahsil edildiği tarihte alıcı lehine kur farkı oluşması halinde, kur farkı tutarı üzerinden alıcı tarafından satıcıya bir fatura düzenlenerek, teslim ve hizmetin yapıldığı tarihteki oran üzerinden KDV hesaplanması gerekmektedir.

 

Gelir İdaresi’nin bu konuya ilişkin olarak vermiş olduğu birçok özelgesi de bulunmaktadır.[1] Kur farklarının KDV’ye tabi olup olmadığı hususu neredeyse Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren tartışma konusu olmuştur. Vergi literatüründe kur farklarının KDV’ye tabi olması ve olmaması gerektiği yönünde farklı görüşlerin yer aldığı çok sayıda değerli çalışma bulunmakla birlikte, burada söz konusu görüşlerin hepsine değinmemiz mümkün olmadığı için bir kısmına yer verebileceğiz.[2] Sayın Maç, kur farkları mal teslimi veya hizmet ifasının bedeli olmadığı için KDV’nin konusuna girmediğini, kur farkını vade farkına, fiyat farkına yahut başka bir şeye benzetmenin de mümkün olmadığı gerekçeleriyle KDV’ye tabi tutulamayacağını;[3] Sayın Sarıkaya, vade farkında vade farkının hangi şartlarda yürürlüğe gireceği, oranı ve süresi gibi hususlar tarafların karşılıklı iradeleri ile belirlenirken, kur farkı tamamen ülke ve dünya konjonktürüne bağlı olarak tarafların bağımsız iradelerinin dışındaki nedenlerle oluşmakta ve özellikle satıcı aleyhine negatif vade farkına dönüşebildiği için kur farkının vade farkı mahiyetinde olmadığını ileri sürmüştür.[4] Sayın Okudan, kur farkını 24’üncü maddeye Kanun koyucunun bile bile koymadığı, vergilemeye çalışmanın anlamsız sonuçlara yol açacağı gerekçeleriyle KDV’ye tabi olmadığını düşünmektedir.[5] Sayın Koç, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 26’ncı maddesinde, dövizli işlemlerde vergiyi doğuran olayın meydana geldiği andaki cari kurun KDV matrahı açısından esas alınması gerektiği hüküm altına alınmışken, ödeme tarihine göre kur farkı hesaplayıp yeniden bir matrah düzeltmesi yapmak Katma Değer Vergisi Kanunu’na aykırılık teşkil edeceği gerekçesiyle kur farklarının KDV’ye tabi tutulmaması gerektiğini ileri sürmüştür.[6] Sayın Arslan ise kur farkının esasen KDV’nin konusuna giren bir teslim ya da hizmet ifası olmaması nedeniyle KDV'ye tabi tutulamayacağını ifade etmiştir.[7]

 

Diğer taraftan Sayın Ürel, kur farklarının vade farkları ile aynı mahiyette olması, kur farklarının KDV matrahı dışında tutulması halinde KDV uygulamasının etkinlikten uzaklaşacağı gerekçesiyle kur farklarının KDV’ye tabi tutulması gerektiğini;[8] Sayın Uzunoğlu, döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak yapılan işlemler nedeniyle ortaya çıkan kur farklarının Türk Lirası cinsinden yapılan işlemlerde uygulanan vade farkı veya faizden bir farkı bulunmadığı için kur farklarının işlem bedelinin bir unsuru olarak matraha dahil edilmesi ve katma değer vergisine tabi tutulması gerektiğini savunmuştur.[9]

 

Kur farklarının KDV’ye tabi olup olmadığı konusunda yaşanan bu belirsizlikler mükellefler ile Gelir İdaresini zaman zaman karşı karşıya getirmiştir. Bu konuda Danıştay önceki yıllarda vermiş olduğu kararlarında[10] kur farklarının KDV’ye tabi tutulması gerektiğini savunurken, son yıllarda vermiş olduğu kararlarında[11] farklı yönde bir eğilim izleyerek kur farklarının KDV’ye tabi tutulmaması gerektiğini savunarak Gelir İdaresi ile aynı görüşte olmadığını ortaya koymuştur. Gelir İdaresi, vadeli mal teslimi/hizmet ifasından doğan kur farklarını tıpkı vade farkları gibi KDV matrahının bir unsuru olarak değerlendirirken, Danıştay özellikle son yıllardaki kararlarında Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 24/(c) maddesinde sayılan unsurlar arasında yer almadığı için kur farkları üzerinden KDV hesaplanmayacağı yönünde görüş vermiştir.[12]

 

Kur farklarında KDV konusunda yakın dönemde KDV Genel Uygulama Tebliği’nin yukarıda belirtilen konuya ilişkin bölümlerinin iptali istemiyle dava açılmış, açılan bu davaya, Danıştay 4’üncü Dairesi 18 Mayıs 2017 tarihli ve E:2014/4834, K:2017/4605 sayılı Kararı ile iptal isteminin reddi yönünde karar vermiştir. Akabinde, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun temyiz istemini değerlendirerek vermiş olduğu 13 Aralık 2017 tarih ve E:2017/548, K:2017/606 sayılı Kararı’nda;

 

  • Teslim ve hizmet işlemlerinin karşılığını teşkil eden bedel kavramının kanunda açıkça tanımlandıktan sonra, bedel kapsamında kabul edilmeyen; ancak matraha dahil edilmesi gereken gelir unsurlarının sayıldığı Kanunun 24’üncü maddesinin (c) fıkrasında kur farkına yer verilmediği,

 

  • Maddede yer alan “gibi” ifadesi, maddede sayılan matraha dahil unsurlara nitelik olarak benzeyen diğer gelirleri kapsaması amacıyla kullanıldığından, kur farkının, bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin ortaya konulması gerektiği,

 

  • Dövizli işlemler sonrasında mal teslimi veya hizmet ifasında bulunan kişi tarafından her zaman ilave bir bedel elde edilmesi mümkün olmadığından ve döviz kurunun düşmesi halinde alıcı lehine bir durum oluştuğundan kur farkının, niteliği itibarıyla maddede sayılan diğer gelir unsurlarından farklılık arz ettiği,

 

  • Kanun’un 24’üncü maddesinde yer alan “gibi” ifadesinden yola çıkılarak kur farkının vade farkı mahiyetinde olduğu kabul edilmek suretiyle katma değer vergisi matrahına dahil edilmesi, hukuk devletinin unsurlarından biri olan hukuki belirlilik ilkesiyle bağdaşmadığı gibi dava konusu Tebliğ ile katma değer vergisi matrahına ilişkin hükümlerin yorum yoluyla genişletilmesi, vergilendirmenin temel öğelerinin kanunla belirlenmesi gerekliliğini de kapsayan verginin kanuniliği ilkesine de aykırılık oluşturduğu,

 

  • Bu durumda, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 26’ncı maddesi de dikkate alındığında, mal veya hizmetin karşılığını teşkil eden bedelin döviz ile hesaplanması halinde döviz, malın teslimi veya hizmetin yapılması ile gerçekleşen vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihteki cari kur üzerinden Türk parasına çevrilerek, bu yolla bulunan tutar katma değer vergisinin matrahını oluşturacak olup bedelin farklı zamanlarda ödenmesi nedeniyle zaman içinde oluşabilecek kur farklarının matraha ilave edilmesinin mümkün olmadığı,

 

  • Öte yandan, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 21’inci maddesinde, ithalatta verginin matrahına dahil olan unsurlar arasında kur farkı açıkça sayılmasına rağmen 24’üncü maddesinde matraha dahil olan unsurlar arasında kur farkına yer verilmemiş olması da Kanun koyucunun, ithalat dışındaki işlemlerde kur farkının katma değer vergisi matrahına dahil edilmesini amaçlamadığını gösterdiği,

 

gerekçeleri ile temyiz istemini kabul ederek, Danıştay 4’üncü Dairesi’nin, 18.5.2017 gün ve E:2014/4834, K:2017/4605 sayılı Kararı’nın bozulmasına karar vermiştir.

 

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun söz konusu kararı sonrasında kur farklarında KDV konusunu değerlendirebilmek için ilk olarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’na bakmamız gerekmektedir. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49’uncu maddesinin ikinci fıkrasına göre temyiz incelemesi sonucunda Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu; görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, hukuka aykırı karar verilmiş olması, usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata ve eksikliklerin olması nedenlerini gerekçe göstererek ilgili dairenin kararını bozabilmektedir. Ancak Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun vermiş olduğu mezkur bozma kararı esasa ilişkin olarak verilmiş kararlar olmadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir. [13]

 

İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 50’inci maddesinin birinci fıkrasına göre temyiz incelemesi sonucunda verilecek kararın dosyayla birlikte kararı veren mercie gönderilmesi gerekmektedir. Ayrıca temyizen verilen bozma kararları üzerine Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalarda ısrar kararı verilmesi de söz konusu değildir. Yani ilgili dava dairesinin bozma kararına uyması gerekmektedir. Buna göre Danıştay 4’üncü Dairesinin kur farkları açısından Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun 13.12.2017 tarihli kararına uyması ve Tebliğ’in ilgili kısmının iptali yönünde karar vermesi gerekmekteydi. Dolayısıyla kur farklarında KDV sorunu, Yargı eliyle, en azından yeni bir kanuni düzenleme yapılıncaya kadar, KDV olmaması yönünde çözülmüş olacaktı. Hal böyle olmakla birlikte, Danıştay’ın 4’üncü Dairesi bu hususta bir yılı aşkın bir süre karar vermemiştir. Son durumda da 7161 sayılı Kanun’un yayımlanmasıyla karar vermeye gerek kalmamış (!) ve sorun İdare’nin savunduğu şekilde yasa değişikliği ile giderilmiştir. Kur farklarında KDV konusuna ilişkin her ne kadar ileriye dönük olarak tartışma sonlandırılmış olsa da geçtiğimiz bir küsür yıllık süre de yaşanan belirsizliğin vergilendirmenin temel ilkeleri açısından irdelenmeye muhtaç olduğu açıktır.

 

2. Vergilendirmenin temel ilkeleri açısından

 

Hukuk devletinin hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutumunu ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Mükelleflerin ödemekle yükümlü oldukları vergilerin farkında olmaları, ne kadar bilgilendirildiklerine bağlı olarak farklılık taşımaktadır. Mükelleflerin gerekli bilgileri doğru ve zamanında edinebilmesi için vergi kanunlarının belli kurallar kapsamında yürütülmesi gerekmektedir.[14]

 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Vergi Ödevi” başlıklı 73’üncü maddesinde, “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” şeklinde yer alan hüküm, verginin yasallığı ilkesinin altını çizmektedir.

 

Verginin yasallığı ilkesi, vergilerin genel, objektif düzenleyici işlemlerle konulmasını öte yandan da vergi tarh ve tahsil işlemlerinin vergi yasalarına uygun ve doğru olarak yapılmasını içermektedir.[15] Bu, kural olarak vergilerin ancak kanunla konulmasını, değiştirilmesini ve kaldırılmasını ifade etmektedir. Aslında vergilerin kanuniliği ilkesi vergiden doğan ödev ve usul ilişkilerinin de kanunla düzenlenmesini gerektirmektedir.

 

Anayasa Mahkemesi’nin vergilerin yasallığı ilkesine vurgu yaptığı kararlarında;

 

"Anayasa koyucu, her çeşit malî yükümün kanunla konulmasını buyururken, keyfi ve takdiri uygulamaları önlemeyi amaçlamıştır. Kanun koyucunun yalnız konusunu belli ederek bir malî yükümün ilgililere yükletilmesine olur vermesi, bunun kanunla konulmuş sayılması için yeterli olamaz. Malî yükümlerin matrah ve oranları, tarh ve tahakkuku, tahsil usulleri, yaptırımları, zamanaşımı, yukarı ve aşağı sınırlar gibi çeşitli yönleri vardır. Bir malî yükümün bu yönleri dolayısıyla yasayla yeterince çerçevelenmemişse, kişilerin sosyal ve ekonomik durumlarını, hatta temel haklarını etkileyecek keyfi uygulamalara yol açabilmesi mümkündür."[16] şeklinde yorum yapmıştır.

 

Verginin belirliliği ilkesi, her mükellefin ödemek zorunda olduğu verginin tutar, tür, ödeme zamanı, şekli vb. açılardan kesin, açık ve belirli olması olarak ifade edilmektedir. Belirlilik ilkesi, vergi sisteminin basit olması, kullanılan dilin açık ve anlaşılır olması, verginin ödeneceği tarih ve yer ile borcun miktarının açık ve kesin olarak bilinmesi halinde gerçekleştirilebilmektedir.[17]

 

Verginin belirliliği ilkesi, iktisat biliminde de Adam Smith tarafından, her bireyin ödemek zorunda olduğu verginin açık, kesin olması gerektiği ve keyfi olmaması gerektiği şeklinde açıklanmıştır.[18]

 

Belirlilik ilkesi ile vergiyi doğuran olay yasalarda açık ve kesin olarak belirlenerek belirsiz, içeriği bulunmayan ve birden çok anlama gelen yasaların kullanılmasına engel olacaktır. Ayrıca vergiyi doğuran olay gibi vergilerin yürürlüğe girme ve yürürlükten kaldırılmaları tarihlerinin de açıkça yasalarda belirtilmesi gerekmektedir. Bu unsurlardan birinin dahi eksik olması vergilendirmede yasallık ilkesini zedeleyebileceği gibi aynı zamanda özel anlamda vergilendirmede istikrarı genel anlamda da hukuk devletinde istikrarı olumsuz etkileyecektir.[19]

 

Devletin yasalara dayalı olarak yapmış olduğu müdahalelerin orantılı olması ve belirlilik ilkesi çerçevesinde olması, “olmazsa olmaz” koşullardandır. Vergi mükellefleri açısından, vergisel yükümlülüklerin belirli ve öngörülebilir olması, hukuki güvenlik ilkesi için önem taşımakta olup, kişilerin Devlete olan güven duygusunun da zedelenmemesinde önemli bir faktördür. Mükellefler yapmış oldukları iş ve işlemlerle ilgili olarak ne gibi yükümlülükleri olduğunu mevzuatta yer alan düzenlemeler ile öğrenmektedir. Bu kapsamda “öngörülebilirlik ilkesi”nin vurgulanması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin 2015 tarihli İş Bankası Kararı[20] ile açıkça ifade edilmiş olan öngörülebilirlik ilkesi AİHM kararlarında sıklıkla belirtilmektedir. Kişilerin hukuki sonuç doğuracak işlemlerle ilgili olarak mevzuat hükümlerinin açık ve anlaşılır bir şekilde görebilmeleri öngörülebilirlik olarak tanımlanmaktadır.[21]

 

7161 sayılı Kanun öncesinde açık bir yasal düzenlemeden yoksun olan kur farkında KDV hususu vergilendirmenin temel ilkelerinden olan vergilendirmenin yasallığı, belirliliği ve öngörülebilirliği ilkeleri açısından mükellefleri tereddüt içerisinde bırakmaktaydı.

 

Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 24’üncü maddesine ilişkin hükümlerin tebliğ bazında yorum yoluyla açıklanması, vergilendirmede temel esasların yasayla belirlenmesi konusunda verginin yasallığı ilkesi ile çeliştiği gerekçesiyle eleştirilmekteydi. 7161 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrasında tebliğ düzenlemesi yasal zemine oturtulmuş ve bu yönden gelen eleştirilerin önü kesilmiştir.

 

Öte yandan, yasal düzenleme yapılana kadar ki, özellikle de son bir yıllık sürede hukuki güvenlik ilkesinin ciddi şekilde zedelendiği söylenebilecektir. Şöyle ki; geçmişi bir kenara koysak dahi, ortada kur farkları üzerinden KDV hesaplanmaması gerektiğini açıkça ifade eden bir VDDK Kararı varken ve aksi yönde bir yasal düzenleme yokken, diğer bir ifade ile yürürlükte olan ama aslında olmaması gereken bir tebliği düzenlemesi varken, mükelleflerin nasıl davranması beklenirdi?

 

Sonuç

 

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun 13.12.2017 tarihli kararı ve geçtiğimiz sene içerisinde yaşanan kur dalgalanmaları dolayısıyla tekrar gündeme gelen kur farkları tartışmalarının sonlandırılması ve uygulamada yer alan belirsizliğin giderilebilmesi için bu konuda bir düzenleme yapılması beklenmekteydi. Bu noktada geçtiğimiz günlerde 7161 sayılı Kanun’un 18’inci maddesi ile kur farklarının Katma Değer Vergisi Kanunu 24’üncü maddesinin (c) bendine eklenerek yasallaştırılması sorunu çözümleyici bir karar olduğu düşüncesindeyiz.

 

Ancak bu noktada önem arz eden bir başka husus ise 7161 sayılı Kanun’un ilgili maddesinin gerekçesindeithalatta olduğu gibi yurt içinde yabancı paraya dayalı olarak yapılan teslim ve hizmetlerde bedelin tamamen veya kısmen sonradan tahsil edildiği durumlarda, kur farklarının da matraha dahil olduğu yönünde düzenleme yapılmak suretiyle uygulamadaki tereddütlerin giderilmesi” şeklindeki ifadeye bakıldığında kur farklarının hep KDV’ye tabi olduğu ve Kanun değişikliğinin sadece “tereddütleri gidermek” amacı olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle baktığımızda, değişikliğin geçmişe dönük etkisinin olabileceğini, en azından uygulamada mükellefler ile İdare’nin yine karşı karşıya gelebileceğini söyleyebiliriz.

 

 

 

 

Kaynakça

 

Altunbaş Gökçe, Öznur (2016). “Vergileme İlkeleri”, E-yaklaşım, Mayıs, Sayı 281.

Arslan, Erdoğan (2009). “Kur Farkları Katma Değer Vergisine Tabi Tutulamaz”, Vergi Dünyası, Temmuz.

Aslan, Semih (2010).”Vergilendirme Yetkisi ve Verginin Yasallığı İlkesi” Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

Avcı, Özcan (2016). “KDV Yönüyle Kur Farkları”, Vergi Dünyası, Yıl 35, Sayı 420, Ağustos.

Azmaz, Ali Rıza (2016). “Türk Vergi Sisteminde Mükellefin Hakları ve Yükümlülüklerinin Değerlendirilmesi” Yüksek Lisans Tezi İşletme Eğitimi Anabilim Dalı Gazi Üniversitesi.

Buyruk, A. Özkan (2018). “Son Yargı Kararları Işığında Kur Farklarının KDV Karşısındaki Durumu”, Vergi Dünyası, Yıl 38, Sayı 445.

Çelik, Celal (2012). “Türk Vergi Sisteminde Kur Farklarının Vergilendirilmesi”, Maliye Hesap Uzmanları Derneği, İstanbul.

Durmuş Karataş, Neslihan (2018). “Vergilendirmede Kanunilik, Öngörülebilirlik ve Adalet İlkeleri Kapsamında AİHM Kararlarına Bakış”.

https://vergialgi.net/vergi/vergilendirmede-kanunilik-ongorulebilirlik-ve-adalet-ilkeleri-kapsaminda-aihm-kararlarina-bakis/ [Erişim Tarihi: 20.12.2018].

Koç, Selman (2009). “Yabancı Para Üzerinden Yapılan Vadeli Satışlarda Kur Farklarının KDV Karşısındaki Durumu”, Vergi Dünyası.

Maç, Mehmet (2004). “Kur Farklarının KDV’ye Tabi Tutulmamalı, Tutulsa Bile Hesaplanış Şekli Yasaya Uygun Olmalıdır”, Vergi Dünyası.

Okudan, Mv. Bülent (2009). “Kur Farkı Neden Hala Katma Değer Vergisine Tabi Değildir?” Vergi Dünyası.

Sarıkaya, İrfan (2007). “Yine ve Yeniden Kur Farklarında Katma Değer Vergisi Sorunsalı”, Vergi Dünyası.

Smith, Adam (2011). Milletlerin Zenginliği. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Uzunoğlu, Nihat (2004). “Kur Farklarının KDV Karşısındaki Durumu II”, Vergi Dünyası.

Uzunoğlu, Nihat (2018). “Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu Kararı Sonrası Kur Farklarında KDV Uygulaması”, Vergi Dünyası, Yıl 38, Sayı 448.

Ürel, Gürol (1998). “KDV Uygulamasında Kur Farkları”, Vergi Dünyası.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Hakkında Kanunu

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu

7161 sayılı Vergi Kanunları ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun

105 seri nolu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği

Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği

05.11.2004 tarih ve E.2003/9 K.2004/47 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı

15.10.2015 Türkiye İş Bankası Şubeleri Başvurusu Kararı

13.12.2017 tarih ve E:2017/548 K:2017/606 sayılı Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu Kararı

Danıştay 11. Dairesi 04.10.2000 tarih ve E:2000/1252, K:2000/3658 sayılı Kararı

25.07.2016 tarih ve 11395140-105[Mük 257-2015/VUK1-19424]-99393 sayılı Özelge

18.04.2014 tarih ve 39044742-130-1029 sayılı Özelge

04.07.2013 tarih ve 39044742-KDV.24-979 sayılı Özelge


[1] Gelir İdaresi Başkanlığı, İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 25.07.2016 tarih ve 11395140-105[Mük 257-2015/VUK1-19424]-99393 sayılı özelgesi

Gelir İdaresi Başkanlığı, İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın vermiş olduğu 18.04.2014 tarih ve 39044742-130-1029 sayılı özelgesi

Gelir İdaresi Başkanlığı, Gelir Yönetim Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 04.07.2013 tarih ve 39044742-KDV.24-979 sayılı özelgesi

[2] Bu görüşler 7161 sayılı Kanun öncesinde kaleme alınmıştır.

[3] Mehmet Maç (2004). “Kur Farklarının KDV’ye Tabi Tutulmamalı, Tutulsa Bile Hesaplanış Şekli Yasaya Uygun Olmalıdır”, Vergi Dünyası.

[4] İrfan Sarıkaya (2007). “Yine ve Yeniden Kur Farklarında Katma Değer Vergisi Sorunsalı”, Vergi Dünyası.

[5] Mv. Bülent Okudan (2009). “Kur Farkı Neden Hala Katma Değer Vergisine Tabi Değildir?” Vergi Dünyası.

[6] Selman Koç (2009). “Yabancı Para Üzerinden Yapılan Vadeli Satışlarda Kur Farklarının KDV Karşısındaki Durumu”, Vergi Dünyası.

[7] Erdoğan Arslan (2009). “Kur Farkları Katma Değer Vergisine Tabi Tutulamaz”, Vergi Dünyası, Sayı 335.

[8] Gürol Ürel (1998). “KDV Uygulamasında Kur Farkları”, Vergi Dünyası.

[9] Nihat Uzunoğlu (2004). “Kur Farklarının KDV Karşısındaki Durumu II”, Vergi Dünyası.

[10] Danıştay 11. Dairesi 04.10.2000 tarih ve E:2000/1252, K:2000/3658 sayılı kararı

[11] Danıştay 9. Dairesi 13.10.2015 tarih ve E:2012/10371, K: 2015/10592 sayılı kararı ile döviz cinsinden satışı yapılan ürün bedellerinin tahsili sırasında ortaya çıkan kur farkları için KDV hesaplanmaması gerektiğine hükmeden İstanbul 7. Vergi Mahkemesinin 03.10.2012 tarih ve E:2012/575, K:2012/2503 sayılı kararını onamıştır (Akt: Özcan Avcı (2016). “KDV Yönüyle Kur Farkları”, Vergi Dünyası, Yıl 35, Sayı 420).

[12] Özcan Avcı, a.g.e.

[13] A. Özkan Buyruk (2018). “Son Yargı Kararları Işığında Kur Farklarının KDV Karşısındaki Durumu”, Vergi Dünyası, Yıl 38, Sayı 445, s. 89.

[14] Ali Rıza Azmaz (2016). “Türk Vergi Sisteminde Mükellefin Hakları ve Yükümlülüklerinin Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi İşletme Eğitimi Anabilim Dalı Gazi Üniversitesi, s.98-99.

[15] Semih Aslan (2010).”Vergilendirme Yetkisi ve Verginin Yasallığı İlkesi”,Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

[16] 05.11.2004 tarih ve E.2003/9 K.2004/47 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı.

[17] Gökçe Öznur Altunbaş (2016). “Vergileme İlkeleri”, E-yaklaşım, Mayıs, Sayı: 281.

 Adam Smith (2011). Milletlerin Zenginliği. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 928.

[19] Semih Aslan a.g.e.

[20] "Öngörülebilirlik" ise hukuk kuralının uygulanması hâlinde doğabilecek sonuçların, önceden tahmin edilebilmesi anlamına gelmektedir. Buna göre öngörülebilirlik koşulunun sağlandığından söz edebilmek için mülkiyet hakkı sahibi tarafından hangi koşulların gerçekleşmesi hâlinde mülkiyet hakkına müdahale edileceğinin önceden tahmin edilebilmesi/bilinebilmesi gerekmektedir.(15.10.2015 Türkiye İş Bankası Şubeleri Başvurusu Kararı).

[21] Neslihan Karataş Durmuş (2018). “Vergilendirmede Kanunilik, Öngörülebilirlik ve Adalet İlkeleri Kapsamında AİHM Kararlarına Bakış”.

https://vergialgi.net/vergi/vergilendirmede-kanunilik-ongorulebilirlik-ve-adalet-ilkeleri-kapsaminda-aihm-kararlarina-bakis/ [Erişim Tarihi: 20.12.2018].

 

Bu makalede yer alan açıklamalar, yazarının konu hakkındaki kişisel görüşünü yansıtmaktadır. Makaledeki bilgi ve açıklamalardan dolayı EY ve/veya Kuzey YMM ve Bağımsız Denetim A.Ş.’ye sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.